İklim Adaleti Alanında Kesişimsel Çalışmak

Burcu Meltem Arık: Merhaba ben Eğitim Reformu Girişimi’nden (Eğitim Gözlemevi Koordinatörü) ve Roots & Shoots Türkiye’den (Yönetim Kurulu üyesi) Burcu Meltem Arık. Geçtiğimiz yıl Etkiniz desteğiyle eğitim hakkını izlemek amacıyla 27. Taraflar Konferansı‘na katıldım. Buna ilişkin bir bilgi notu hazırlıyorum ve çok değerli uzmanlarla podcast yayını yapıyorum. İlk konuğum Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve ekoloji alanında birçok ulusal ve uluslararası yapıyı, süreci izleyen çok sevgili avukat Özlem Altıparmak. Özlem, Altıparmak Hukuk’ta insan hakları, kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, engelli hakları, çevre hukuku, iklim adaleti ve adalete erişim alanlarında çalışıyor ve bunların birbirinden ayrılamazlığını ayrıca ifade ediyor. Sözü uzatmadan onu kendisinden dinleyelim. Özlem hoş geldin. Kendi yolculuğunu anlatarak başlar mısın? Seni Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin uluslararası süreçlerine gözlemci olarak götürecek yolculuğun nasıl ilerledi?

Özlem Altıparmak: Merhaba Burcu. İlk konuk olmak çok hoşuma gitti açıkçası. Programda böyle bir ilk konuk olmak benim için çok mutluluk verici. Çok teşekkür ediyorum. Güzel bir yayın olsun, güzel konukların olsun diliyorum. Güzel de dinleyicilerin olsun. Şimdi senin söylediğin gibi ben iklim değişikliği, ekoloji, toplumsal cinsiyet alanında, çocuk hakları alanında çok kesişimsel çalışmalar yürütüyorum. Aslında çok uzun bir süre kendimi insan hakları hukukçusu olarak tanımladım ve Türkiye’de insan hakları alanında faaliyet gösteren programlarda çalıştım. Bahsettiğin Altıparmak Hukuk Bürosu da ekoloji ve çevre alanında uzmanlaşmış bir hukuk bürosu. Büroda bu [ekoloji, çevre] alanlara 3-4 senedir yoğunlaşınca benim de, ofisimizin de iklim değişikliğini, ekolojiyi ve bu meseleleri çalışma biçimi etkilendi. Türkiye’de çevre mücadelesine biraz daha farklı yaklaşmamıza sebep oldu. Hak temelli çalışırken diğer hak alanları da devreye girince, Birleşmiş Milletler mekanizmalarını nasıl kullanabileceğimizi, nasıl daha farklı alanlardan beslenebileceğimizi düşünüp savunuculuk odaklı ilerleyince hukuk sadece bir mahkeme dosyası ya da adliyeye gittiğimiz, orada hakime derdini anlattığımız bir süreç olmaktan çıktı.

Adalete erişim biraz daha genişledi, yani her türlü bilgiye erişimi aslında adalete erişim olarak anladığımız, her türlü karara katılımı da bunun bir parçası olarak gördüğümüz bir yere evrildik. Farklı kurumlara, Kamu Denetçiliği gibi, Birleşmiş Milletler gibi, yaptığımız başvuruları da aslında adil bir dünyada yaşam savunusuna destek olarak yapıyoruz. Ürettiğimiz bilgileri önce Hukuk Bürosu çatısı altında paylaştık uzun bir süre. Fakat özel şirket gibi algılanıyorsunuz Hukuk Bürosu olarak çalıştığınızda. Her ne kadar pro bono faaliyet yürütseniz de, sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapsanız da belli sınırlarınız olabiliyor. O yüzden son dönemde bir vakıf kurduk: Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı, kısaca HUDOTO Vakfı. Çalışmalarımızı oradan da devam ettirmek istedik. Uluslararası mekanizmalara erişimimizi kolaylaştırır, raporlama süreçlerimizde destek alabiliriz diye düşündük. Çeşitli projelerde biz de Etkiniz desteklerinden faydalanıyoruz. Toplantılara katılım konusunda, yayınlar konusunda Etkiniz’den destek alıyoruz. Bu bizi biraz daha zenginleştirdi, çeşitlendirdi. Sadece bir dernek olmanın ötesine geçip umuyorum uzun vadede burslar da vermek istiyoruz Vakfın tüzel kişiliğinden faydalanıp.

Türkiye’de insan hakları mücadelesinin de katettiği bir takım yollar var. Ben bunu kendi gelişimimden ayrı görmüyorum. Üniversiteden beri hak mücadelesinin içindeyim. İnsan haklarını da o mücadelenin içinde öğrendim. Sadece ders kitaplarında görmedim, bir öğrenci olarak bilfiil o mücadelenin içerisindeydim. Daha sonra da avukat olarak. Şu anda çevre mücadelesinin, doğa savunusunun, iklim değişikliğinin insan haklarını da çok belirlediğini düşünüyorum. O yüzden de biraz, bunları çalışırken heyecanlanıyorum. Çünkü yaşam alanlarımızı savunduğumuzu ve haklarımızı, doğanın haklarını savunduğumu hissediyorum. Bu bizi bu mücadeleyi biraz daha tutkulu yapmaya götürüyor. Biraz da sizin çalışmalarınızla, seninle yollarımız da o tutkunun içinde kesişiyor diye düşünüyorum. Umarım iyi bir giriş olmuştur programa.

Hukuk Doğa Toplum Vakfı ekoloji alanına odaklandı

Burcu Meltem Arık: Çok nefis bir giriş oldu Özlem. Çok teşekkür ediyorum. İlham verici bir yol. Farklı hak alanlarının birbirinden ayrılamazlığını gösteren birisin. Bu anlamda çok kıymetli buluyorum yaptığın çalışmaları ve izlediğin yolu. HUDOTO’yu biraz daha açmanı isterim. Eğitim politikaları alanında çalışıyorum ve yaptıklarınızı bilgi paylaşımı, bilgi edinme hakkı çerçevesinde görüyorum. Yaptığınız bütün o değerli yayınları, çevirileri, yorumları alana katıyorsunuz. Eğitim politikaları alanından birisi olarak bunları izlemenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Eğitim alanında çalışanlar, “bunlar hukuk alanını ilgilendiren konular” diye düşünse de yaşamın kendisini, yaşadığımız alanı, var olmamızı etkileyen meseleler olduğu için eğitimin kalbinde yer alması gerekiyor. HUDOTO’da öncelik verdiğiniz konulardan, yaptığınız yayınlardan biraz daha bahsedebilir misin? Bunların bilinmesi ve bunlardan yararlanılması hem gençler hem eğitimciler için çok önemli.

Özlem Altıparmak: Kesişimsel çalışıyoruz. Bunu da biraz açmak isterim. Türkiye’de küçük odalarımız var ve o odaların içinde oturuyoruz. Biyoçeşitlilik çalışan sanki sadece kuş gözlemi yapıyormuş gibi anlaşılıyor. Tarımda ya da afet riskinin azaltılmasında o kuşun oynadığı rolün ya da bir sulak alanın oynadığı rolün çok anlaşılmadığını düşünüyorum. Ben gözlemliyorum. Tıpkı bir hukukçu olduğunuzda da sanki sadece bir davayı açıyorsunuz, ona giriyorsunuz çıkıyorsunuz ve hukuk bilginizle sınırlı gibi geliyor. Biz hukukçulardan oluşan uzman bir örgütüz ve bu kesişimsel kavramları yakalamaya çalışıyoruz. Örneğin son dönemde afet risk azaltma üzerine yoğunlaştık. Bu afet risk azaltma dediğimiz şey aslında hem iklim değişikliğine uyumu, hem çocukları kapsıyor. Çocukların iklim değişikliğine bağlı afetlerden korunmasını, engelli haklarını kapsıyor. Erken uyarı sistemlerinin insanlara erişilebilir olması yönüyle [afet risk azaltma] örneğin iklim alanında mülteciliği, göçü vb. kapsayan bir çalışma alanı. Afet risk azaltma sulak alanları da kapsıyor. Çünkü sulak alan dediğimiz yer aslında sünger işlevi gören, yutak alan olan aynı zamanda da çok muazzam bir biyoçeşitliği barındıran alanlar.

Bunları biraz kesişimsel olarak anlatıp, insanlara “bu anlattığımız şey sadece hukukla ilgili değil, bu sadece çocukla ilgili değil aslında bu mekanizmaları, bu bilgileri hepimiz kullanabiliriz” diyoruz. Ya da örneğin agroekoloji konusunda bir proje yürüteceğiz ve Agroekoloji Pilot Okulu yapacağız. Agroekoloji sadece -ben en azından öyle bilirdim- tarım, organik tarımla ilgili bir şey gibi algılanıyor. Aslında gıda hakkıyla, bir yanıyla toplumsal cinsiyet eşitliğiyle yani kadınların güçlendirilmesiyle, bir yanıyla baktığınızda hukukçularla, farklı multidisipliner çalışmalarla hatta biyoçeşitlikle bile ilgili bir mesele. O yüzden de her çalıştığımız konuyu biz biraz daha çeşitlendirerek ve biraz daha güçlendirerek ilerliyoruz.

İklim adaleti çalışıyorsak, “çocukların iklim okuryazarlığını nasıl geliştirebiliriz?” sorusunu soruyoruz. “Kadınların anlayabileceği şekilde nasıl geliştirebiliriz” diye düşünüp kapsayıcı, şeffaf bilgiye ve adalete erişilebilecek şekilde yayınlar yapmaya çalışıyoruz. Çeviriler yapıyoruz, mekanizmalara nasıl ulaşılabileceğini göstermeye çalışıyoruz. Her türlü ortak çalışmaya da açığız. Her [hak alanından] örgütle, eğitim alanı da dahil olmak üzere çalışabiliriz. Çünkü farklı bir alanda çalışan örgütle ya da uzmanla konuştuğumda -örneğin agroekoloji- benim de zihnim açılıyor, benim de oraya akabileceğimi hissediyorum. O yüzden de benim alanımı çok güçlendirebileceğini hissediyorum. Ortak çalışma, ortak kafa yorma, ortak tartışma ve bilgi üretme alanı olarak görüyorum Hukuk Doğa Toplum Vakfı’nı ve birlikte çalışmayı da dört gözle bekliyorum. Öyle söyleyebilirim dinleyicilerimize.

Burcu Meltem Arık: Çok teşekkür ediyorum. Çok kıymetli. Yayınlarınızı da takip etmelerini öneririm dinleyenlere/okuyanlara. Buradan biraz da bir kavrama geçmek istiyorum. Yaptığınız çalışmaların da özünde olan kavramlardan birine. Geçtiğimiz yıl Mısır’da 27. Taraflar Konferansı’na katıldığımda çok eleştiren ve gelmeyen oldu çeşitli nedenlerle. Gelen çocuklar, kadınlar ve ada ülkeleri ise oldukça etkindi. Tek, net bir talepleri vardı. O da iklim adaleti ve ekolojik adalet. Bunları her fırsatta, her şekilde, hem müzakerelerde hem sivil toplum örgütlerinin bulunduğu daha serbest alanlarda ifade ettiler. Fakat bu kavram görüyorum ki Türkiye’de -bilmiyorum dünyada nasıldır ama- farklı kişi ve kurumlar tarafından farklı değerlendiriliyor. Eğitim alanında da kısmi yer bulmaya başladı. Kavramda adalet de olduğu için senin gibi çok değerli bir hukukçunun gözüyle değerlendirmemizi isterim. İklim adaletiyle ne kastediliyor, ne anlamalı eğitimciler? Ekolojik adalet de geçiyor ve bu iki kavram biraz kafa karıştırıyor eğitim alanında. Ne talep ediliyor ve [iklim adaleti] neden önemli Özlem?

Özlem Altıparmak: Şöyle söyleyebilirim. İklim adaletini bu dönemin en geliştirici ve en çok tutunabileceğimiz kavramı olarak görüyorum. Öncelikle belki bunun altını çizmem gerekiyor. Ben iklim adaleti dediğimde şunu anlatıyorum: tek bir tanımı yok iklim adaletinin ve senin de bahsettiğin gibi ekolojik adalet, yeryüzü adaleti diyebileceğimiz ya da insan hakları boyutuyla adalet diyebileceğimiz pek çok farklı adalet teorisinden ve yaklaşımından besleniyor. Bunlardan bir tanesini seçmek zorunda da bırakmıyor aslında bu kavram. Hepsinden beslenerek bu talebe sarılıp hakkaniyetli bir yaşamı, iklim değişirken adil olmayı, adil bir dönüşümü kapsayan geliştirici bir kavram iklim adaleti. Yani iklim değişiyor ve iklim değişikliğinden hepimizin aynı şekilde etkilenmediğini öncelikle altını çiziyor. Bu iklim değişikliğinde hepimizin aynı şekilde sorumlu olmadığının da altını çiziyor. Yani her ülkenin, her kişinin, her grubun aynı şekilde sorumlu olmadığı ve aslında bu sorumluluğun aynı olmamasına rağmen aynı etkilenmediğimizin de altını çiziyor. Örneğin Özlem Altıparmak 50 yaşında bir kadın ve onun iklim değişikliğine olan katkısıyla şu anda daha bir yaşında olan bir bebeğin, bir çocuğun, bir ergenin iklim değişikliğine katkısı aynı değil. Etkileniş biçimi de aynı değil iklim değişikliğinden. En rahat örneği şöyle verebilirim: Covid sürecinde bir pandemi yaşadık. Çocuklar çok farklı etkilendi, yaşlılar çok farklı etkilendi, yoksullar çok farklı etkilendi. Kimimiz evimizde kaldık, esnek çalışma yaptık ama sokakta simit satan yoksul bir genç hiç de esnek çalışmadı. Onun yaşadığı pandemi çok daha farklıydı. O yüzden iklim adaleti benim için aynı fırtınaya yakalanma ama aynı gemide olamama hali. Bizi yönetenlerin aslında hep söylediği bir şey var: “hepimiz aynı gemideyiz, aynı [şekilde] etkileneceğiz” vs. gibi. Hepimizin farklılıklarını yok sayan veya hep birlikte batıp hep birlikte çıkacağımızı dillendiren bir söylem ama iklim adaleti aslında tam da bu farklılığın altını çiziyor. Hayır, o iklim değişirken sen güvenlikli kamarandasın. İklim değişirken o çocuk aslında o geminin ucunda güverteye tutunmaya çalışıyor. Sen de iklim değişirken o gemiyi götürüyorsun ama çok da farklı bir yere kırıyorsun. Senin sorumluluğun var bizi yöneten olarak. Biz adil olmanı senden bekliyoruz. İklim değişirken uyum politikaları gerçekleştirmeni senden bekliyoruz. Adaleti iklimden değil bizi yönetenlerden beklemek bana sorarsan iklim adaletinin özü. Hesap sorar, hesap verir politikalar talep etmek gerekiyor, bunu sadece kendi ulusal sınırlarımız için de söylemiyorum. İklim değişikliği küresel bir sorun ve bunu küresel aktörlerden de talep etmeli. Küçük ada devletleri, senin bahsettiğin gibi, Amerika Birleşik Devletleri gibi iklim değişikliğine en çok sebep olan ülke kadar katkısı olmamasına rağmen en çok etkilenen devletler arasında. Senin de katıldığın COP (Conference of Parties – Taraflar Konferansı) sürecinde insanlar protesto ettiler. Uluslararası alana baktığımda özellikle kırılgan gruplar ya da dezavantajlı gruplar diyebileceğimiz, bu karar süreçlerinin çok çok dışında kalan, diyelim ki yoksullar, kadınlar, çocuklar ya da bu küçük ada devletleri gibi devletlerin aslında bu COP’ta çok daha baskın olmaya çalıştıklarını, iklim adaleti söyleminin peşinden gittiklerini ben de gözlemledim. O nedenle önemli bir COP’tu özellikle de kayıp zarar mekanizmasının tartışılması, iklim adaletinin altının çizilmesi, özellikle toplumsal cinsiyet ve kadın örgütleri açısından baktığımızda. Afrikalı, feminist, siyahi kadınların orada varlık göstermeleri bakımından oldukça değerli olduğunu düşünüyorum.

İklim adaleti ve ekolojik adalet kavramlarındaki kafa karışıklığını gidermek de isterim. Ekolojik adalet çok daha kapsayıcı bir adalet sistemi. İnsanların, yeryüzündeki tüm türlerin, doğal sistemlerin birbirine bağlı olduğunu kabul ediyor ve uyumlu bir şekilde bir adil bir sisteme ulaşabileceğimizi söylüyor. İklim adaletine ters bir tanım değil ya da ondan ayrı bir tanım değil. Sadece iklim değişirken aslında doğanın da bir bileşen olarak kabul edilmesini öneriyor. Tıpkı kadınların, çocukların, yoksulların vb. farklı etkilendiklerini dikkate alıyorsak iklim adaleti tartışmalarında doğaya da bir aktör olarak, özne olarak bakarak, ekolojik bir bakışla, bütünsel bir bakışla doğayı da dahil etmeyi bize söylüyor ve bunun altını çiziyor. Yeryüzü adaleti ya da gezegensel adalet diye bir boyutu da var iklim adaletinin. Diyor ki; yeryüzünün sınırlarına göre iklim adaletini tartışmalıyız, kaynaklarımız sınırlı. Ama bu kesinlikle iklim adaletinin dışlayıcı olduğu anlamına gelmiyor. Sadece diyor ki; tarihsel sorumlulukları dikkate almayalım, [buna zaman yok}. Şu andan itibaren herkes elini taşın altına koysun ve “büyük ada devletleri şu kadar, küçük ada devletleri şu kadar” demesin. Herkes için eşit bir sistem geliştirelim demeye getiriyor. Bunlar sadece iklim adaletini zenginleştiren yaklaşımlardır, dışlayan değil. Her bir tartışma aslında iklim adaletine bir taş daha koyar diye düşünüyorum. O yüzden de en başta söylediğim gibi iklim adaleti bence çağımızın en geliştirici adalet, daha doğrusu hakkaniyet kavramlarından bir tanesi. Hem sorumluluklar, hem hesap verici politikalar, hem de katılımcılık anlamında.

Burcu Meltem Arık: Teşekkür ediyorum, çok kıymetli oldu. Bütün bu söylediklerin aynı zamanda eğitim politikaları için elzem. İklim meselesi, biyolojik çeşitlik meselesi, bugün konuştuğumuz birçok farklı mesele. Krizler birçok sistemi olduğu gibi eğitimi de, eğitim hakkını da doğrudan etkiliyor. O yüzden de eğitimin önleyici, onarıcı, düzenleyici bir mekan olarak kapsayıcı alanını bu kavram çerçevesinde tartışmak önemli.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’nin iklim değişikliği odağında çocuk hakları ve çevre hakkında 26 no’lu Genel Yorumu

Burcu Meltem Arık: Şimdi buradan iki temel karara, yoruma geçmek istiyorum. Siz çok etkili izlediniz ve kamuoyunu çok güzel bilgilendirdiniz her iki konuda da. Çok teşekkür ediyorum bunun için. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda geçtiğimiz aylarda sürdürülebilir, sağlıklı, temiz bir çevrede yaşama hakkı bir insan hakkı olarak kabul edildi. Bu bizim yaşamımızı ve iklim adaleti talebimizi nasıl etkileyecek bir karar? Bir de bununla beraber yine çok yakın bir zamanda, Eylül ayında, uzun süredir üzerinde çalışılan, dünyadan çok sayıda çocuğun, gencin, sivil toplum örgütünün de katkıda bulunduğu, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’nin iklim değişikliği odağında çocuk hakları ve çevre hakkında 26 no’lu Genel Yorumu yayınlandı. Hem ilk bahsettiğim kararı hem de bu yorumu nasıl değerlendiriyorsun?

Özlem Altıparmak: Yaklaşık son bir yıldır, belki de bir buçuk yıldır, bütün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları raportörlerinin derdi iklim değişikliğiydi. Belki öncelikle bunun altını çizmem lazım. Kadın hakları konusunda çalışan raportör de, yaşlılık konusunda, göç konusunda çalışan, engellilik konusunda çalışan bütün raportörler iklim değişikliğinin etkilerine dair mutlaka bir çağrı yaptılar. Bu çok önemliydi çünkü iklim değişikliği aslında çok uzun bir dönem insan hakları meselesi olarak, yani haklarımızı etkileyen bir mesele olarak kabul edilmedi. Bunun sebebi biraz iklim değişikliğinin çok teknik, enerji meselesi, sıcaklık meselesi, mühendislik meselesi gibi tartışılıyor olmasıydı. Ama geçtiğimiz bir yılda, bir buçuk yılda bence iklim değişikliği biraz daha hak odağında konuşulmaya başlandı ve bir çok karar yayınlandı. CEDAW’ın çeşitli genel yorumları oldu, benim takip edebildiğim BM Kadının Statüsü Komisyonu‘nun oldu, senin söylediğin gibi Çocuk Hakları Komitesi’nin çok önemli bir genel yorumu oldu. Bunlar, Birleşmiş Milletler’in Genel Kurul kararıyla da taçlandı. Bana burada herkes “ya olamaz, çevre hakkı insan hakkı olarak yeni mi kabul edildi?” diye sordu. 2023 yılındayız, 1945’lerde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul ediliyor, mülkiyet hakları, adil yardılanma hakkı vs. var. Bu tip haklar kabul edilirken çevre hakkının bu kadar zaman sonra kabul edilmesi aslında devletlerin küresel olarak bu konuda ne kadar da isteksiz olduğunu, gerçekten bu konuda sorumluluk almakta, politika üretmekte, ne kadar da çekimsel kaldığını gösterir bir karardı aslında. Ama çok da önemliydi çünkü gerçekten küresel bir uzlaşı oldu. Bunun da çıkış noktası küçük ada devletleridir, onu söyleyeyim. Vanuatu, Tuvalu gibi aslında ismini bile duymadığımız ama hayatları iklim değişikliğinden en çok etkilenen devletler. Bu bir Genel Kurul kararı olarak kabul oldu ve böylece şu anda bizim referans verebileceğimiz bir Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı var.

Senin bahsettiğin 26 nolu genel yoruma geldiğimizde, benim açımdan da çok heyecan verici bir genel yorumdu. Ben bu yorumu, -genel yorum biraz uzun, belki okumayanlar da olabilir ama- çocuk haklarına dair sözleşme ile iklim değişikliğini ilmek ilmek ören bir genel yorum olarak görüyorum. Örneğin çocuk hakları dediğimizde böyle genel bir takım haklardan bahsediyoruz çocuklara dair ama onu iklim değişikliğiyle ilmek ilmek örmüş. Örneğin hiç düşünmezdim çocukların çevresel kararlara katılım ya da dinlenme hakkını. Yani ben insan hakları çalışıyorum, çevre hukukcusuyum. Şimdiye kadar bir halkın katılımı toplantısında, bir projeyle ilgili toplantı yapılırken o toplantılarda özellikle kadınların gelmesini teşvik ederiz. Çünkü erkekler gelir vs. Ama hiçbir zaman çocuklara dair görüş alma aklıma gelmedi. Tabii bu kararı okuduğumda şunun da aklıma gelmemiş olduğunu fark ettim. Acaba ben bir bilgi sunarken bunu çocukların anlayacağı bir şekilde mi sunuyorum? Mesela bu komitenin bu genel yorumu bunun da altını çiziyor. Bu iklim adaletinin de en büyük bileşinidir biliyor musunuz? Yani iklim adaleti denilen şey teknik olan o bilgileri, dünya 2 derece ısınıyor, şu kadar olursa enerjiler böyle olur falanı tamam da, Özlem’in hayatında ne ifade ediyor diye anlaşılır hale getirmektir. Genel yorumu tamam da, bu şu çocuk için ne ifade ediyor, yoksul çocuk için ne ifade ediyor ya da bir kız çocuğu için ne ifade ediyor? Tek bir çocuk da yok aslında karşımızda iklim değişikliğinden etkilenen. İstanbul’daki bir çocukla örneğin afete çok açık olan Bozkurt’ta sele yakalanmış bir çocuk iklim değişikliğinden farklı etkileniyor. Bu çocukları afet riskinden nasıl koruyacağız? Çocuğun yüksek yararını nasıl gözeteceğiz? Çocukların kararlara katılımını nasıl sağlayacağız? Gelişme hakkını -ki gelişme hakkı dediğimizde hani eğitimciler de bizi dinliyordur diye düşünüyorum- biz kalkınma hakkı gibi anlarız. Bu biraz Türkçe çeviriyle ilgili de bir sorun diye düşünüyorum. Bahsedilen aslında gelişme hakkı. Gelişme de gönenç, refah hakkı yani. O çocukların refah içinde, gönenç içinde gelişerek yaşamasını nasıl sağlayacağız? Aslında bu karar, komitenin bu yorumu aslında hepimiz için bunların altını çiziyor. Bu alanda çalışan bizler, HUDOTO olarak bu yorumun altını çize çize okuduk. Acaba kendi çalışmalarımızda ne eksikti? Onu fark ettik. O yüzden de ben çok değerli buluyorum, ufuk açıcı buluyorum. Hem ayrımcılığa uğramama, gelecek nesillerin hakları hem de çocukların barışçıl gösteri yapmasından tutun da ifade özgürlüğü, örgütlenme haklarına kadar bilgiye erişim, iklim değişikliğinde şiddete maruz kalmama gibi çok farklı boyutlarıyla konuyu tartışmış. O yüzden de sadece çocuklara ilişkin midir? Hayır. Bu alanda çalışan, politika yapan, bu alanda eğitim veren bence herkesin çok dikkatli okuması gereken bir belge olarak görüyorum. Beni çok heyecanlandırdı. Eksikliklerimi de fark ettirdi.

İklim Kanunu geliyor

Burcu Meltem Arık: Çok kıymetli bir yerden yaklaştın. Hangi söylediğinin altını tekrar tekrar çizeyim bilemedim. Ama iki tanesi çok çarpıcı olduğu için ayrıca belirtmek isterim. İlki iklim adaleti meselesinin aynı zamanda erişilebilir bilgiyle çok iç içe olması. Örneğin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) raporlarından bahsediyoruz. Dünyada ne olup bittiğini ortaya koyan raporlar bunlar. Birçok açıdan eleştirilebilir belki ama dünyanın ne durumda olduğunu çok net koyuyor. Bu raporları eğitimcilerin, öğretmenlerin, gençlerin, çocukların anlayabileceği ve yorumlayabileceği ve kendi hayatlarına katabilecekleri hale getirmek son derece kıymetli. İkinci altını çizmek istediğim de “öğrenmek”. Sadece paylaşmak değil de o belgelerden yola çıkarak kendini düzenlemek, kendini değiştirmek, dönüştürmek, kişiyi, kurumu, ortamı, eğitim politikalarını. Bu anlamda da son derece kıymetli söylediklerin. Süremiz azalıyor ama iki tane daha sorum var. İlki adaletten bu kadar bahsetmişken Türkiye’nin önündeki İklim Kanunu ile ilgili. Meclis açıldı. Bu süreci nasıl izlemeli ve ne beklemeliyiz Özlem?

Özlem Altıparmak: İklim kanunu meselesi hiçbirimizin dahil olmadığı bir süreç gibi işliyor. Aslında belki onun altını çizebilirim. Ben İklim Şurası‘nı Türkiye Barolar Birliği adına bir komisyon çatısı altında takip ettim. İklim Şurası da çok katılımcı ne yazık ki değildi, kapsayıcı değildi. Geldiğimiz noktada ortada bir taslak yasa tasarısı var ama bu resmi bir yasa tasarısı olarak bize iletilmiş bir metin de değil. Ne Barolar Birliği’ne ne bir sivil toplum kuruluşu olarak çalıştığım kurumların hiçbirine gönderilmeyen bir yasa taslığı var ne yazık ki. Ama şunun altını çizmek isterim. Yasalar her zaman bir ihtiyaçtan doğar, bir derde derman olur. Yasanın çıkışı böyledir. Örneğin kadına yönelik şiddetle ilgili bir yasa yapıyorsanız şiddet vardır, bunu kabul edersiniz ve bunu önlemek üzerinden bir yasa yaparsınız. Katılımcı da olmanız gerekir. Hak sahipleri, mağdurlar vesaire açısından. Ama ben bu yasa tasarısına baktığımda hakikaten şöyle bir şey görmüyorum: bir derdimiz var, iklim değişikliği ve buna da derman olacak bir yasa çıkarıyor olmamız lazım. İklim değişikliğini azaltacak, iklim değişikliğine uyum sağlayacak, herkes için iklim adaletini gerçekleştirecek bir yasa ortaya çıkıyor olması lazım. Bunu da katılımcı bir şekilde yapıyor olmamız lazım. Çünkü biz hak sahibiyiz yani biz etkileneniz bu iklim değişikliğinden, yurttaşız. Yurttaşlık bağımız var yani toplumsal sözleşme ile biz devletle bir akit içindeyiz. Bu görüşlerimizi bildirebilmeliyiz, yurttaşlık bunu gerektiriyor. Ama iklim yasasına baktığımda ben daha ziyade bir karbon piyasası düzenlemesi yasası görüyorum. Yani bir emisyon ticareti kanunu gibi düzenlenmiş, karbonu alınıp satılan bir meta haline getiren ve aslında çözüm mekanizmasını da bunun üzerinden kurgulayan bir yasa var. Ama bizim derdimiz bu değil. Bizim derdimiz iklim değişikliğini ve bunun etkilerini azaltmak. Ama mevcut yasayı böyle görmüyorum. Bu mantıkla yapıldığını düşünmüyorum. Kapsayıcı, şeffaf hepimizin katılımcısı olduğu bir yasaya ihtiyaç var. Ancak bu şekilde biz gerçekten bu yasa nedir, ne değildir diye görüşlerimizi bildirebiliriz. Bunu inkar edenler varsa bile onlar da bu şekilde bildirebilir. Ortada yasanın ne olduğunu bilmediğimiz bir takım belgeler üzerinden, varsayımlar üzerinden manipülasyona açık bir şekilde tartışırsak o tartışma olmuyor. O yüzden de ben tüm grupları, kişileri kapsayan, hak sahiplerini kapsayan ve mutlak suretle azaltımı ve uyumu kendine dert edinmiş bir iklim yasasına ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi için gözlemci olmak

Burcu Meltem Arık: Çok teşekkür ediyorum. Bu süreci yurttaşlar olarak, dünyadaşlar olarak izlememizin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Son olarak çok heyecan verici bir gelişme oldu. Senin adına ayrıca seviniyorum ama Türkiye’den bu alanı etkin, yakından izleyecek birisinin olması ve ondan bilgi alabilecek olmamız açısından da çok kıymetli buluyorum. Sivil toplum örgütleri açısından da çok kıymetli buluyorum. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi son yıllarda Türkiye’nin daha fazla gündemine girdi ama Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi maalesef daha zor duyuluyor. Sen de yakın zamanda çok kıymetli bir kabul aldın, tebrik ediyorum. Gözlemci olarak kabul edildin. Nereye gidiyorsun, ne olacak, neyi izliyorsun, gündeminde neler var onu da paylaşarak sohbetimizi sonlandıralım istersen.

Özlem Altıparmak: Evet, bu konu beni de çok heyecanlandırıyor. Dediğim gibi iklim değişikliği meselesi sanki başlı başına bir teknik mesele ve sanki yenilenebilir enerjiye geçtiğimizde bu mesele çözülecekmiş gibi teknik tartışmalarla giden ve aslında yaşadığımız diğer krizlerin de biraz üzerini örten bir meseleymiş gibi çok baskın bir şekilde tartışılıyor diye düşünüyorum. Ama biyoçeşitlilik meselesi devasa bir alan ve çok ciddi bir biyoçeşitlilik krizi yaşıyoruz. Türkiye’de biyoçeşitlilik krizi yaşamamıza rağmen ne hukuk mücadelesi ne de savunuculuk alanında çok etkin olmadığımız bir alan Biyoçeşitlilik Sözleşmesi ve ona bağlı gelişmeler. Biz Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne gözlemci olarak kabul edildik. Bundan sonra raporlar sunmamız, takibini yapmamız ve bu süreçlere etkin olarak katılmamız mümkün olacak. Benim katılacağım toplantı çok yakın bir dönemde kabul edilmiş Kunming Montreal Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi‘nin izleme, raporlama ve göstergelerinin belirlenmesine dair bir toplantı, Nairobi, Kenya’da. Kunming Montreal Küresel Biyolojik Çerçevesi kabul edildi ama biz nasıl göstergeler belirlemeliyiz, nasıl bir izleme yapmalıyız ki bir çocuk, bir Özlem Altıparmak, bir kadın, bir çiftçi bu sözleşmenin tam ve doğru olarak uygulandığından emin olsun ve bunun etkilerinden olumsuz olarak etkilenmesin ve bu değişimin bir parçası olsun. İşte tam da bu göstergeleri tartışacağımız ve belirleyeceğimiz bir toplantıya gidiyorum. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin afet risk azaltma boyutuyla, iklim değişikliği boyutuyla tam da söylediğim gibi kesişimsel olarak tartışılacağı bir toplantı. Bütün bu toplantı süreçlerini biz HUDOTO hesabımızdan paylaşacağız. Eğer ilgilenenler olursa elimizden geldiğince de bunları anlaşılır bir biçimde yapmaya çalışacağız. Heyecan da uyandırmak istiyoruz çünkü Türkiye’den bir ilk olacak toplantıya katılım. Böyle bir toplantının pek çok farklı boyutu var. Dediğim gibi biyoçeşitliliği sadece biyoçeşitlilik olarak tartışmayacak. Yani sadece türlerin, genlerin ya da ekosistemlerin çeşitliliği değil. Bunun iklim değişikliği, toplumsal cinsiyet, çocuk hakları, insan hakları boyutuyla tartışıldığı bir toplantıya gidiyorum. Böyle söyleyebiliyorum.

Burcu Meltem Arık: Çok teşekkür ediyorum. Heyecanla seni izlemeye devam edeceğimizi belirtmek isterim. Çok sağol Özlem katıldığın için, vaktin için. Umuyorum önümüzdeki günlerde başka yayınlarda yine beraber oluruz. Bu bilgilendirici buluşma benim için çok kıymetliydi. Hoşçakalın.

Bu web sitesi, Etkiniz AB Programı kapsamında Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. İçeriğinden yalnızca Roots & Shoots Türkiye ve Eğitim Reformu Girişimi sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.

Bu web sitesi, Etkiniz AB Programı kapsamında Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. İçeriğinden yalnızca Roots & Shoots Türkiye ve Eğitim Reformu Girişimi sorumludur ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.